ATAMIZIN ARDINDAN

ATAMIZIN ARDINDAN

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

İlkokul sıralarından başlayarak Atatürk’ün ölüm yıldönümünü kutlama tören ve toplantılarına katılırım.

Uzun yıllar, siyah okul önlüklerimiz var diye yasımızı belli etmek için başka renk giysilerimizin çıkarıp törenlere katıldık.

Sonraları On Kasımlar yas günü değil bir anma hatırlama günüdür diyerek göz yaşları yerine Onunla gurur duyduk.

Aramızdan ayrılışını,  “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türk Milleti ilelebet payidar kalacaktır” şeklindeki öz deyişleri ile kabullenmeye çalıştık.

Bazı öğretmenlerimiz, konuşmacılar “Şayet erken ayrılmasaydı daha müreffeh bir ulus olacağımızı “anlattı.

Bütün kalbimle sizlere şunu iletmek istiyorum: İlk kez bu yıl, Atamızın aramızdan ayrılmış olmasından dolayı büyük bir hüzne  ve hatta yeise kapıldım. İlk kez Ondan sonra eserlerine sahip çıkamadığımızın buruk acısıyla kıvranıyorum. Günlerdir yazamıyorum. Okuyamıyorum. Ülkemin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum ve çözüm yolları konusunda hiç kimse bir şeyler yapmıyor. Atamızın kurduğu Parti Yönetiminde bulunanların siyasal – sosyal – ekonomik çözüm önerileri yok. Varsa da Parti üyesi olmama rağmen bana  ulaşamıyorlar. Genel Sekreter Selin Hanım dışında parti adına politika üreten kadrolar yok. Uzun yıllar TBMM ve mahalli yönetimlerde üyelik yapanları bölgesel ve ulusal konularda çözüm önerileri yeterli değil.

Ve yarın Atamızı kaybettiğimizin 82. Yıl dönümü.

Türk Parasının kıymetinin nasıl korunacağını, tarım ve endüstrisi büyük çıkmazda ekonomimizin nasıl canlanacağı konusunda genel kabul görecek modellerimiz yok. Yarın İktidarı telim alsak, iş başına getireceğimiz gölge kabinemiz yok.

Bu durumda sizlere gençlik yıllarımda bize yol göstermiş ustalardan alıntılarla Atatürk’ümüzü anmakla yetineceğim .

Üzgünüm.

Rüzgâr ağırdan eser, her 10 Kasım sabahı, her bir yere savurur, sararmış yaprakları.

Hüzünlenir milletim, her 10 Kasım sabahı, çiçeklerle donanır, Anıtkabir yolları.

Dünya, bu savaş ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile yoksul düşmüştür.

ANONİM

İlhan SELÇUK’tan

Şaşıp Kalıyorum,

İLHAN SELÇUK Arap İngiliz’le birleşmiş Türk’ü arkadan vurmuş; Ermeni Rus’la birleşmiş, Doğu Anadolu’yu kana bulamış; Rum Yunan’la, Yunan İngiliz’le birleşmiş, Batı Anadolu’yu ele geçirmiş. Ülkenin mahvolmadık, yıkılmadık, yanmadık, kan dökülmedik, kül olmadık hiçbir yeri kalmamış, Elde avuçta İstanbul ile İzmir bile yok!.. Anadolu’nun altı yedi milyon nüfuslu en yoksul bölümüyle, yüzde doksan beşi okuma yazma bilmez, yorgun, yoksul, bitkin, ezik bir halk.. Nasıl kurtulmuşuz?.. Şaşıp kalıyorum… Yunan’ı nasıl denize döküp hizaya getirmişiz, İngiliz’i İstanbul’da nasıl çıkarmışız, dünyanın süper güçleriyle masaya nasıl eşit oturmuşuz? Yıl 1923 Anadolu’da 10-11 milyon savaş artığı yaşıyor; aç biilaç, parasız; yüzde 95’i elifi görse mertek sanacak kadar alfabesiz… Ne yapacaksın?.. Demokrasi yap!.. Nasıl yapacaksın?.. 2000’li yıllarda Nurcu tarikatının ardına Bu kadar adam takılmışken, 1923’ün yanmış yıkılmış Anadolu’sunda nasıl demokrasi yapacaksın?.. Kalan ne? Yıl 1923 Komşunun komşuyu boğazladığı iç savaşlardan, Anadolu’yu mezbahaya döndüren dış savaşlardan yeni çıkmışsın. Fabrikan yok, İşçin yok, İş adamın yok, Mühendisin yok, Doktorun yok, Uzmanın yok, Tüccarın yok, Suyun yok, Barajın yok, Elektriğin yok, Kadınların çarşafta çuvala giriyor, Erkeğin dört karı alıyor, Yurttaşlik yasası yok, Üniversiten yok, Banka yok, Burjuva yok, Proletarya yok, İhracatçı yok, İthalatçı yok, Sermayen yok. Kalkın bakalım… Nasıl kalkınacaksın?… Sermayesiz ekonomik kalkınmanın yumurtasız omletten ne farkı var? Mustafa Kemal kuşağı ne yapmış?.. Yöneticiler devletçiliğe neden ve nasıl sarılmış?.. Türkler bankacılığı nasıl öğrenmiş?.. Merkez Bankası 1930’a değin neden açılamamış?.. Özel sektör nasıl oluşturulmuş?.. Yeni devlet nasıl kurulmuş?.. Çağdaş öğretime nasıl geçilmiş? 1920’de 10-11 milyon nüfusun yüzde 95’i alfabesizken savaş artığı bir toplumla, Okuma yazma seferberliği nasıl açılmış? Kitaplıklarda kitap yokken, Ulusal kütüphane nasıl kurulmuş?.. Okullarda tarih kitabı bile yokken tarih nasıl yazılmış?.. Yok olmanın kuyusundan çıkıp var olmanın doruğuna nasıl tırmanılmış?.. Yunanlı ile dostluk nasıl kurulmuş?.. Avrupa’da saygınlık nasıl kazanılmış?.. Şaşıp kalıyorum… 2000’li yılları geçtiğimiz, Yetmiş milyonluk Türkiye’nin haline bakıyorum… Hiçbir şeyimiz yokken neler yapmışız?.. Herşeyimiz varken neler yapamıyoruz?.. Bir de bu ortamda, Mustafa Kemal’e saldıranlara bakıyorum… İlhan Selçuk    

Sinan MEYDAN’DAN

 “……Cephede, yurtiçi gezilerde vs. her koşulda kitap okuyabilecek ortam oluşturuyor ve zaman yaratıyordu.Okuduğu kitap sayısının 10 binlerce olduğu kestirilmektedir. (Sinan Meydan, Akl-ı Kemal- Atatürk’ün Akıllı Projeleri, Cilt.1, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2012.

Ölene kadar okumayı sürdürdü. Öyle ki hasta yatağında yatarken Le Monde gazetesinde Maya tarihi ile ilgili yeni bir kitap yazıldığını okuyunca hemen alınmasını istedi. Ne yazık ki bu kitabı okumaya ömrü yetmedi. Askerlik, tarih, hukuk, iktisat, coğrafya, sosyoloji, felsefe, antropoloji, mantık, matematik vs her konuda, konuların uzmanları kadar kitap okuduğu görülmektedir (Bilal Şimşir, Atatürk’ün Kitap Sevgisi, Atatürk Dönemi- İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ankara, 2006, s. 251-262).. Çanakkale muharebelerinin en kızgın döneminde Madam Corinne’e yazdığı mektupta, “savaşın sıkıntılarından kendisini bir an olsun uzaklaştıracak romanlar göndermesini” isteyecek kadar edebiyatı da sevdiği bilinmektedir.

Tarihe çok önem veren Atatürk’ün saptanabilen 879 tarih kitabı okumuş olduğu belirlenmiştir. Yalnız siyasal ve savaşlar tarihini değil, sanat, dinler, uygarlık ve bilim tarihi ile ilgili kitapları ve başta Kur’an olmak üzere kutsal kitapları da okumuştur.

Yeryüzünde neredeyse hiçbir asker, hiçbir devlet adamı ve hiçbir devrimci, bu derece derin ve geniş bir entelektüel birikime sahip değildir.

Yapılan incelemeler kitapları eleştirel akılcı bakış açısıyla okuduğunu göstermektedir. (Recep Cengiz, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, 24 cilt, Anıtkabir Derneği yayını, Ankara, 2001). Bu şekilde okumak, aklı geliştirir. Böylece Atatürk, bilgi ve birikimini arttırdığı gibi dehasını daha da geliştirmiş ve sonuçta, Clinton’ın deyişiyle “yüzyılın” değil,  “milenyumun” yani “Bin Yılın Dahisi” olmuştur.”

Süleyman ÇELİK’TEN

Atatürk Nutuk’ta der ki, “Milli Mücadeleye birlikte başladığımız yolculardan bazıları, ulusal yaşamın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmeleri, kendi düşünme, kavrama ve hayal etme sınırlarını aştıkça bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır” (M. K. Atatürk, Nutuk, c.1,s.16).

Atatürk burada, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Adnan- Halide Adıvar gibi sivil ve asker yol arkadaşlarından söz etmektedir.

Gerçekte zaferden sonra Atatürk’ün yaptıkları (devrimler), yalnız yolları ayrılan arkadaşlarının değil, yanında kalıp birlikte yola devam eden İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Celal Bayar gibi arkadaşlarının da “düşünme, kavrama ve hayal etme” sınırlarını aşmaktaydı. Fakat bunlar Atatürk’ün o güne dek başardığı olağanüstü işlerin yakın tanığı olmaları nedeniyle, ona inandıkları/ “o ne yaparsa doğru yapar” diye düşündükleri için ayrılmadılar, onunla birlikte yola devam ettiler.

Atatürk’ün diğerlerinden farkı ne idi?..

Atatürk, öncelikle düşmanlarının bile kabul ettiği gibi müstesna bir dâhi idi (Aydın Sayılı, Atatürk Bilim ve Üniversite, Belleten, vol.45, Ankara 1981, s.27-42).

Ayrıca, kendi deyişi ile “çocukluğundan beri eline geçen iki kuruştan biri ile kitap alarak” çok okuyan bir insandı.

Atatürk’ün okumaya ilgisi o kadar fazladır ki daha lise öğrencisi iken mevcut Türkçe kitaplar ona yeterli gelmedi. Bunun üzerine okumak için yabancı dil öğrenmeye karar verdi. Bu amaçla Manastır’da, gönüllü Katolik rahiplerin işlettiği yerel bir misyoner okulundaFransızca dersleri aldı. Yaz tatillerinde gittiği Selanik’te de Fransız Hıristiyan frerlerin açtığı dil kursuna devam etti ve kısa sürede Fransızca kitapları okuyabilecek derecede yabancı dilini geliştirdi. Harp Okulu ve Akademisi’ndeAlmanca öğrenimi gördü ve bu dili de kitap çevirisi yapabilecek derecede ilerletti.

Cephede, yurtiçi gezilerde vs. her koşulda kitap okuyabilecek ortam oluşturuyor ve zaman yaratıyordu.Okuduğu kitap sayısının 10 binlerce olduğukestirilmektedir. (Sinan Meydan, Akl-ı Kemal- Atatürk’ün Akıllı Projeleri, Cilt.1, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2012.

Ölene kadar okumayı sürdürdü. Öyle ki hasta yatağında yatarken Le Monde gazetesinde Maya tarihi ile ilgili yeni bir kitap yazıldığını okuyunca hemen alınmasını istedi. Ne yazık ki bu kitabı okumaya ömrü yetmedi. Askerlik, tarih, hukuk, iktisat, coğrafya, sosyoloji, felsefe, antropoloji, mantık, matematik vs her konuda, konuların uzmanları kadar kitap okuduğu görülmektedir (Bilal Şimşir, Atatürk’ün Kitap Sevgisi, Atatürk Dönemi- İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ankara, 2006, s. 251-262).. Çanakkale muharebelerinin en kızgın döneminde Madam Corinne’e yazdığı mektupta, “savaşın sıkıntılarından kendisini bir an olsun uzaklaştıracak romanlar göndermesini” isteyecek kadar edebiyatı da sevdiği bilinmektedir.

Tarihe çok önem veren Atatürk’ün saptanabilen 879 tarih kitabı okumuş olduğu belirlenmiştir. Yalnız siyasal ve savaşlar tarihini değil, sanat, dinler, uygarlık ve bilim tarihi ile ilgili kitapları ve başta Kur’an olmak üzere kutsal kitapları da okumuştur.

Yeryüzünde neredeyse hiçbir asker, hiçbir devlet adamı ve hiçbir devrimci, bu derece derin ve geniş bir entelektüel birikime sahip değildir.

Yapılan incelemeler kitapları eleştirel akılcı bakış açısıyla okuduğunu göstermektedir. (Recep Cengiz, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, 24 cilt, Anıtkabir Derneği yayını, Ankara, 2001). Bu şekilde okumak, aklı geliştirir. Böylece Atatürk, bilgi ve birikimini arttırdığı gibi dehasını daha da geliştirmiş ve sonuçta, Clinton’ın deyişiyle “yüzyılın” değil,  “milenyumun” yani “Bin Yılın Dahisi” olmuştur.

1930’lu yıllarda üniversitelerde bilim tarihi kürsüsü yoktur. Ancak o sıralarda Harward Üniversitesi’nden Prof. George Sarton, “Bilim Tarihine Giriş” adlı bir kitap yazmıştır. Atatürk bu kitabı hemen getirtip okumuş ve seçtiği bir öğrenciyi Harward Üniversitesi’ne göndererek Prof. Sorton’un yanında doktora yapmasını sağlamıştır. Dünyanın ilk bilim tarihi doktoru unvanını kazanan bu öğrenci, daha sonra Ord. Prof. olacak Aydın Sayılı’dır.

Dünyada üniversite özerkliğinin yeni yeni konuşulduğu o yıllarda Atatürk, Osmanlı’dan kalan tek yükseköğretim kurumu olan Darülfünun’a idari ve mali özerklik vermiştir. 

Bunlar Atatürk’ün entelektüel kişiliğinin, zamanının çok ilerisinde olduğunun göstergesidir.

Uygarlıklar insanlığın ortak kültür mirasıdır. İlk uygarlıklar, Tarım Devrimi’nden sonra Çin, HintSümer ve Mısır’da oluşmuş; Babil, Asur vd. uygarlıklarından sonraAnadolu, uygarlıkların beşiği olmuş; bu topraklarda Urartu, Hitit,… İyon vbg 40’ın üzerinde uygarlık doğmuştur. Roma İmparatorluğu bu uygarlıkların üzerinde büyümüş ve Avrupa’yı uygarlık ile tanıştırmıştır. Onun çökmesi ile Ortaçağ bağnazlığının söndürmek istediği uygarlık ateşini, İslam dünyası sahiplenmiş ve İslam Uygarlığı doğmuştur. İnsanlığın son uygarlığı olan Avrupa veya Batı uygarlığı, tüm bu uygarlıkların birikimi üzerinden, Rönesans, Reform, bilimsel ve Aydınlanma Devrimi aşamalarından geçerek, uzun bir evrim sürecinin ardından oluşmuştur.  

Uygarlık ve bilim tarihini çok iyi bilen Atatürk, mirasçısı olduğu Anadolu uygarlıklarına ait eski eserlerin yok olmaması için, daha Sakarya Muharebeleri sürerken, bunların toplanıp koruma altına alınmasını buyurmuş ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin çekirdeğini oluşturmuş; Cumhuriyet’ten sonra kurduğu Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde Sinoloji, Sümeroloji, Hititoloji vbg kürsüleri açtırmış, arkeoloji öğrenimi için yurt dışına öğrenciler göndermiş, kazılar başlatmıştır.

Kendisini Avrupa uygarlığının mirasçısı olarak gören Atatürk, elbette “Aydınlanmacı”dır; ancak Sanayi Devriminden sonra ortaya çıkan kapitalist ve emparyalizmin , “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleri üzerinde yükselmiş aydınlanma değerlerini yok ettiğini ve Avrupa uygarlığının temellerini yıktığını anlamıştır.

Sömürü ve savaşın olmadığı, “yurtta ve dünyada barış”ın egemen olacağı yeni bir uygarlık  yaratılması gerektiğini düşünmüş olan Atatürk, Sayın Prof. Dr. Özer Özenkaya ’nın deyişiyle “uygarlık tasarımı sahibi bir devrimci”dir. “Çağdaş uygarlığın üzerine çıkmak” derken, bundan söz eden Atatürk, bir kuramcı değil eylemci olduğu için, ülkemiz çevresinde kurulmasına öncülük ettiği paktlarla, bu düşüncesini yaşama geçirmeyi çalışmıştır

Sonuç olarak, O çağdaşlarının gerçekleştirilmesini hayal bile edemedikleri büyük devrimler yapmış, adeta  mucizeler yaratmış, zamanının çok ilerisindebibr dev adamdır. Başta dediğimiz gibi, O’nun yanında çok cüce kalan, birlikte yola çıktığı yakın arkadaşlarından bazıları ile yolları ayrılmış, ona inanıp yola devam edenler de öldükten sonra, O’nun yolundan ayrılmış ve karşı devrimin kapılarını açmışlardır.

“Bin Yılın Dahisi”, 100 yıl sonra hala bir dev ve O’nun yanında bizler hala birer cüceyiz. Hala O’nun yaptıklarını anlayamadık. Aydınlanmadan ve kapitalizmin yarattığı yozlaşmadan habersiz, (sözde) modernler olarak Batı taklitçiliğini Atatürkçülük sanıyoruz.

Yüz yıl geçti, hala O’nu tanıyamadık.. Körlerin fil tarifi gibi kendimize göre bir tanım yapıyor ve esası anlayamadığımız için sözcükler ve şekiller üzerinden büyük kavgalar yaşıyoruz: “

Kendilerini ilerici aydın sananlar böyle işlerle uğraşırsa; hala Ortaçağ karanlığında yaşayan, uygarlıktan nasibini almamış, İslam Uygarlığından bile habersiz, Atatürk’ün savaş zamanında toplanıp koruma altına alınmasını istediği eski eserlere, 100 yıl sonra “kırık çanak çömlek” gözüyle bakan gericilerin, O’nun yaptıklarına “gavurluk” demeleri ve ışığından rahatsız oldukları için ülkeyi karartarak O’ndan kurtulacaklarını sanmaları doğaldır.

Birinci Meclis’te “uygarlık nedir?” diye soran bir mollaya, Atatürk’ün “uygarlık adam olmaktır Hocaefendi, adam!”demesi gibi, adam olmak gerek. Adam olmak için de Atatürk gibi çok okumak, ama Atatürk gibi okumak, Atatürk gibi düşünmek, adam gibi tartışmak gerek. Yoksa gideceğimiz yer belli; önümüzde örnekler var, Afganistan gibi, Pakistan gibi,

Muazzez İlmiye ÇIĞ’dan

 ATATÜRK DÖNEMİNDE EKONOMİ

 1924’te Lozan antlaşması ile kapitülasyonlar, yabancılara verilmiş bütün hak ve imtiyazlar Atatürk döneminde kaldırılmıştır. Atatürk döneminde, devletin kendi gelirleri ve maliyesi, ülkenin ticari ve sanayi etkinlikleri üzerinde kayıtsız ve koşulsuz egemenliğini sağlamış, bağımsız ve milli bir ekonomi benimsenmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında 15 yıl gibi kısa bir sürede kurduğu çok sayıda fabrika, kurum ve kuruluşlarla ülkemizin hızla büyümesini ve sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır. Nitekim tarımda, sanayide, ekonomide, sağlıkta, eğitimde, ulaşımda ve savunma sanayinde muasır ülkelerin gerisinde kalmış olan, neredeyse %96’sı okuma yazma bilmeyen ve işgal altında kalan Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı sonrası enkazından Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını ve 15 yıl gibi kısa bir sürede birçok alanda yaptığı yeniliklerle ülkemizin büyük bir atılım yapmasını sağlamıştır.

“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin liderliğini yaptığı dönemde kurulan kurum, kuruluş ve fabrikalarla dışa bağımlı bir politikadan uzak durmuş ve ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde gelişmesini planlamıştır. Hatta bu dönemde yabancılardan satın alınan işletmeler de devlet eliyle güçlendirilmiştir.

6 Nisan 1920’de ilk olarak Anadolu Ajansı, Milli Mücadelenin haklı davasını tüm dünyaya duyurmak amacıyla kurulmuştur.

19 Nisan 1923’te Türkiye Şeker Fabrikalarıkurulmuştur.

26 Ağustos 1924 tarihinde ülkenin sanayi ve ticarette kalkınmasına katkıda bulunması amacıyla Türkiye İş Bankası Atatürk tarafından kurulmuştur.

1924’te Ankara Fişek Fabrikası ve Gölcük Tersanesikuruldu.

19 Nisan 1925’te Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş olan Feshane Yünlü Dokuma, Beykoz Deri ve Kundura ile Hereke ipekli ve Yünlü Dokuma Fabrikalarını devralarak işletilmesini sağlamak amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur.

5 Mayıs 1925’te Atatürk’ün çaba ve gayretleriyle Ankara Orman Çiftliği kurulmuştur. Çiftliğin tüm masrafları Atatürk tarafından karşılanmış, yine 1937’de Atatürk, çiftlikleri ve içerisindeki köşkleri Türk milletine armağan etmiştir.

5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Fakültesi (Ankara Adliye Hukuk Mektebi), ülkenin hukukçu ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuştur.

1925 yılında Atatürk’ün onayıyla silah, bomba ve cephane üretecek olan Şakir Zümre Fabrikası ve Adana Mensucat (Dokuma) Fabrikası özel sektör eliyle kurulmuştur. Aynı yıl Eskişehir Hava Tamirhanesi de kurulmuştur.

1926’da çıkarılan bir yasa ile petrol arama ve işletme hakkı devlete verilmiştir.

1926 yılında Alpullu Şeker FabrikasıUşak Şeker FabrikasıKayseri Uçak Fabrikası kurulmuştur. İnşaat demiri üreten ilk haddehaneİstanbul’da kurulmuştur. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri, Bakırköy Çimento Fabrikası 1926’da faaliyete geçmiştir.

1927 yılında Kırıkale Mühimmat FabrikasıBünyan Dokuma Fabrikası ve Eskişehir Kiremit Fabrikası, Bursa Dokumacılık Fabrikası kuruldu. Aynı yıl Köy Öğretmen Okulları kurulmaya başladı; İş Bankası ve Anadolu Ajansının %70’ine sahip olduğu Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi kuruldu.

1927‘de Ankara-Kayseri, Samsun-Havza-Amasya tren hatları yapımına başlanmış; sonraki beş yılda Amasya-ZileAnkara-SivasKayseri-Şarkışla, Kütahya-Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı, Gölbaşı-Malatya, Ulukışla-Niğde, Zile-Sivas, Kütahya-Balıkesir gibi tren hatları yapılmıştır.

27 Haziran 1928’de koruyucu hekimliğin tahlil, kontrol, üretim ve araştırma görevlerini yürütmek amacıyla Merkez Hıfzısıhha Müessesesi kuruldu.

1928 yılında Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik FabrikasıMalatya Elektrik SantralıAnkara Çimento Fabrikası, Gaziantep Mensucat Fabrikası kuruldu.

1928‘de Anadolu Demiryolu Şirketi yabancılardan satın alındı.

1929 yılında Ankara Havagazı Fabrikası, Ayancık Kereste Fabrikası, Trabzon Hidroelektrik Santralı ve İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası kuruldu.

1929‘da Mersin-AdanaAnadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus Demiryolları yabancılardan satın alındı.

1929‘da Haydarpaşa Limanı yabancılardan satın alındı.

1930 yılında Kayaş Kapsül Fabrikası ve Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Üretim Tesisleri kuruldu.

15 Nisan 1931’de Atatürk’ün direktifleriyle Türk tarihinin araştırılması amacıyla Türk Tarih Kurumukurulmuştur.

12 Temmuz 1932’de Atatürk himayesinde Türk dilinin araştırılması ve Türkçenin güncel sorunlarıyla ilgilenilmesi için Türk Dil Kurumu’nun kurulması sağlandı.

1933 yılında sanayi kuruluşlarına kredi vermek ve tüm bankacılık işlerini yapmak ve sanayinin gelişmesine ilişkin tedbirler almak üzere Sümerbank kuruldu.

20 Mayıs 1933’te Devlet Hava Yolları, Petrol Arama ve İşletme İdaresi ile Altın Arama ve İşletme İdaresikurulmuştur.

1934 yılında Eskişehir Şeker FabrikasıTurhal Şeker FabrikasıKonya Ereğli Bez FabrikasıBakırköy Bez FabrikasıBursa Süt Fabrikasıİzmit Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası,  Zonguldak Antrasit FabrikasıZonguldak Kömür Yıkama FabrikasıKeçiborlu Kükürt FabrikasıIsparta Gülyağı FabrikasıAnkara, Konya, Eskişehir, Sivas Buğday SilolarıKayseri Bez Fabrikası kuruldu.

 2 Haziran 1935’te devletin maden ve enerji ihtiyacını sağlamak amacıyla Etibank kurulmuştur. Yine aynı yıl içerisinde Maden Tetkik Arama Enstitüsükurulmuştur. İstanbul Rıhtım Şirketi yabancılardan satın alınmıştır.

1935 yılında Nazilli Basma FabrikasıBursa Merinos FabrikasıGemlik Suni İpek Fabrikası kuruldu.

1936 yılından itibaren madenlerin millileştirilmesi politikasına gidildi.

1936’da Ankara Çubuk BarajıZonguldak Taş Kömürü FabrikasıNuri Demirağ Uçak FabrikasıMalatya Sigara FabrikasıMalatya İplik FabrikasıBitlis Sigara Fabrikası, Elazığ Şark Kromları İşletmesi kuruldu.

1936’da İzmir Havagazı Şirketi ve İstanbul Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.

1937 yılında Malatya Bez Fabrikasıİzmit Kağıt ve Karton FabrikasıKarabük Demir Çelik Fabrikasıkuruldu. Kozlu Kömür İşletmeleri yabancılardan satın alındı. Diyarbakır-Cizre demiryolu yapıldı. Trakya-İstanbul Demiryolları yabancılardan satın alındı. Urfa Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği kuruldu.

1938’de Divriği Demir OcaklarıSivas Çimento Fabrikası kuruldu.

NOT:

Bu fabrikalar sayesinde 1929-1938 yılları arasında ağır sanayi üretimi %152 artarken toplam sanayi üretimi %80 artmıştır. kömürde %100, kromda %600, diğer madenlerde %200 artış olurken demir üretimi 0’dan 180.000 tona çıkmış, şeker üretimi 200 misli artmıştır. 1926’da başlayan şeker üretimi 1927-1930 arasında 5162 tondan 95.192 tona çıkmıştır. tekstil sanayi ülkenin tekstil ihtiyacının %80’ini karşılar duruma gelmiştir. tekstil ürünleri ithalatı 1927’de 51.000.000 türk lirası iken bu rakam 1939’da 11.900.000 türk lirasına düşmüştür. 1924-1929 arasında pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3773 tona, yün 400 tondan 763 tona, ipek 2 tondan 31 tona çıkmıştır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir