EKONOMİNİN ZOR YILI:2021

EKONOMİNİN ZOR YILI:2021

2013 yılında 12.614 $ olan kişi başına ulusal gelir,  2020 yılında  7.715 $’a düştüğü hesaplanmaktadır. Bu sonuç ülkenin, dünya sıralamasında 72 nci sıraya gerilemesine yol açmıştır

ERSİN DEDEKOCA

Covid-19 salgını felaketi karşısında, insanların sağlığının yanında dünya ekonomisi de ciddi darbeler aldı ve 2020 yılı dünya ekonomisinin yüzde 10 oranı civarında küçülebileceği, uzmanların yaptığı açıklamalar arasında yer almaktadır. Hem 2020 yılının, hem de geçmiş yılların “birikmiş olumsuz etkileri” nedeniyle dünya ve Türkiye için içinde bulunduğumuz yıl “zor bir yıl” olacaktır ve bu nedenle 2021 için “özveriler yılı” da diyebiliriz.

Söz konusu “özveri yılı” nitelemesinin, ekonomik aktörlerden şirketlerde, nakit akışlarını yönetme, piyasadaki varlıklarını koruma ve devam ettirmede izlenecek yönetim tarzıyla, olumsuzlukları önceden öngörerek alınacak etkin önlemler ve uygulanacak mali disiplinde görmekteyiz.

Esnaf ve hane halkı bireylerinde ise, zorunlu ihtiyaçlarını karşılama, açlık sınırına düşmeme veya bu sınırı aşma, işsiz kalmamak için sosyal haklarından vazgeçme ve kayıt dışı ve/veya asgari ücretle çalışmaya razı olarak “işsizlikten kurtulma” şeklinde tezahür etmektedir.

Bu haftaki yazımızı, içinde bulunduğumuz yıl Türkiye’nin, dünya koşullarına koşut ve ülkenin mevcut kırılganlıkları nedeniyle karşı karşıya olduğu ekonomik sıkıntı ve kısıtları kısaca gözden geçirilmesine ayırdık.

EKONOMİK BÜYÜME

Ekonomistlerle düzenlenen toplantıda (9 Şubat) konuşan TCMB Başkanı Naci Ağbal, 2020 yılının son çeyreğinde büyüme rakamının yüzde 7-8 civarında gelmesini beklediklerini, böylece 2020 yılının bütünündeki yıllık büyümenin yüzde 2,5 olarak gerçekleşebileceğini söyledi. 2021’in ilk çeyreğine ilişkin büyüme öngörüsünü de açıklayan Ağbal, “Ocak-Şubat ayındaki ekonomik aktiviteye göre yüzde 4-5 büyüme ile ilk çeyreğe başlanabilir” dedi.

Yılın son çeyreği için beklenen büyüme, üçüncü çeyrekteki yüzde 6,7’lik büyümeye yakın ama onun biraz altında yüzde 4-5 civarında kalacağı yönündeydi. Naci Ağbal’ın yüzde 7-8’lik büyüme tahminleri mevcut beklenti ve tahminlerin bir hayli üzerine çıkmış oldu. Bir başka ifadeyle, Türkiye bu oranı tutturursa, 2020 yılında yüzde 2,3 gelişmiş olan Çin’den de fazla büyümüş olacaktır!

Eğer 2021’in ilk çeyreğini yüzde 4-5 civarında bir büyüme oranı gerçekleşirse, ikinci çeyrekte pozitif büyümenin sürdürülmesi daha kolaylaşacaktır. Çünkü geçen yılın aynı döneminde yaşanan yüzde 9,9 oranındaki daralma, o dönemdeki 2021 büyümesine önemli bir destek (baz etkisi) verecektir.

Ancak salgında mutasyonların etkisiyle üçüncü dalganın başlaması durumunda, ekonomi ve büyümenin bundan negatif etkilenmesi de kaçınılmaz olur. Ancak kalıcı “pozitif sonuç” için, ekonomi dışındaki riskleri (askeri, uluslararası ilişkiler-ABD ve AB-) iyi yönetmek, ekonomide yakalanan dalgayı yalnız bırakmamak ve hukuk reformu başta olmak üzere diğer reformlarla desteklemek gerekmektedir.

Bu bağlamda aktarmamız gereken bir diğer konu da, ülkenin “kişi başı ulusal gelirinde yaşanan düşme” olmaktadır. Övünme ve övgülere karşın başarısız yönetimler, ülke ekonomisinin “dünya sıralamasındaki yerinin gerilemesine” yol açmaktadır. IMF verilerine göre, 2013 yılında nominal olarak 12.614 $ olan kişi başına ulusal gelir2019 yılında 9.127 $’a geriledikten sonra, 2020 yılında da 7.715 $’a düştüğü hesaplanmaktadır. Bu sonuç ülkenin, bu konudaki dünya sıralamasındaki yerini 72 nci sıraya gerilemesine yol açmıştır.

ULUSLARARASI REZERVLER

Ülkenin uluslararası döviz rezervleri çok düşük ve artırma gereği önemli bir zorunluluk olarak durmaktadır.  Diğer yandan da ekonomik büyüme yüzde 5 ve üzerine çıkarken, cari açığın ise düşürülmesi gereği de bir diğer önemli bir husustur.

Bu durumda yapılacak olan uygulama, mâdem ki döviz rezervleri çok düşük ve artırma gereği ortada; dış borçlanmada sınıra dayanıldı; Ankara yönetimi IMF’ye gitmeyi, en azından şeklen istemiyor; bu durumda tek uygulanabilecek ekonomi politikası, “cari açığı arttıracak” yeni bir dış borçlanma yapmamaktır.

2020 yılı için 36.7 milyar $ olarak gerçekleşen cari açığın, tahmini GSYH’ya oranı 5’e yükselecek gibi durmaktadır. 2021’de ise, anılan açığın yüzde 5’ten yüzde 2,5’a indirilmesi zorunluluk olarak durmaktadır. Bunun önlemi ise, 2020 yılındaki ekstra altın ve otomobil ithalâtından (20 milyar $) kurtulmakta yatmaktadır.         

YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, cari açığı finanse edecek çember, dış borçlanma olanakları giderek daralmaktadır. Geçen yıl verilen 36.7 milyar dolarlık cari açığın 31.9 milyar doları rezervlerden karşılanmıştı. Benzer bir rezerv kaybının 2021 yılında da sürdürülmesi mümkün değildir. Bu yıl bu ülkenin böyle bir uluslararası rezervi yok. Şimdilerde öncelenen politika da zaten “uluslararası rezervlerin arttırılması.*

2020 yılına ilişkin açıklanan ödemeler dengesi verilerinden “doğrudan sermaye yatırımları (DSY)” ile “portföy yatırımlarının” uzun vadeli seyrine baktığımızda, son 20 yılda 180.2 milyar $ DSY, 151.4 milyar $’lık da” kısa vadeli sermaye (sıcak para) girişi olduğunu izlemekteyiz. Kısacası son 20 yılda ülkeye uzun ve kısa vadeli toplamda 331.6 milyar $ yabancı sermaye girdiğini görmekteyiz.**

2020 yılındaki 4.6 milyar $’lık net DSY ile 2004 yılına geri dönülmüş olmaktadır. O tarihten beri en düşük rakam 2020 yılında gerçekleşti. Yurtiçi yerleşiklerin yurtdışında yaptıkları doğrudan yatırımlarının düşülmesiyle elde edilen net DYT 2020’de 4.6 milyar $ olmuştur.

Son 20 yılda yabancıların yurtiçindeki yatırım toplamı 229.5 milyar $’a ulaşmıştır. Aynı dönemde yurtiçi yerleşiklerin yurtdışı yatırımları ise 49.3 milyar $’a çıkmıştır. Böylece net DSY tutarı 180.2 milyar $ oldu. Bir diğer ifadeyle her yıla ülkeye gelen DSY ortalama 9 milyar $ azalmaktadır.

Sıcak para” diye tanımlanan yabancıların sermaye veya portföy yatırımları da son yıllarda iyice zayıfladı. Hatta son 20 yılın 3 yılında üst üste (2018, 2019 ve 2020 yıllarında sırasıyla 3, 1.5 ve 5.5 milyar $’lık) net bazda sermaye çıkışı yaşandı.

Son 20 yılda hisse senedi yoluyla gelen sermaye toplamı 27.1 milyar $ olurken, borçlanma senetleri (DİBS) yoluyla 152.6 milyar $’a vardığı anlaşılmaktadır.

Özetle, para her zaman ve her durumda sıcak (portföy yatırımları) ve soğuk (DSY) olmak üzere iki yüzlüdür. Paranın soğuk tarafı istikrarı getirirken, sıcak tarafı da istikrarsızlığı temellendirmektedir. Maalesef ülkemizde, TCMB’nın yüzde 17 oranındaki “politika faizi” desteğiyle 2021 yılında sıcak para girişi, hızlanmış ve bu olgu Ankara ekonomi yönetimince “TL’na değer kazandıran yabancı girişi” algısı olarak kullanılmaktadır.***

DIŞ BORÇLAR

Hazine ve Maliye Bakanlığı/Kamu Finansmanı İstatistiklerine göre, Hazine garantileri dışında Türkiye’nin dış borçları 435.1 milyar $ olup, bunun 166, 21 ve 247 milyar $’ı sırasıyla kamu, TCMB ve özel sektöre aittir. Keza söz konusu dış borcun 255.5 milyar $’ı (yüzde 69’u) kısa ve orta, bakiyesi (179.6 mia.$)’ı ise 2025 ve sonrası vadelidir. TCMB raporlarına göre Aralık 2020 itibariyle,  özel sektörün önümüzdeki 1 yıl içinde vadesi gelecek borç tutarı 188.7 milyar $’dır.

Haziran 2020’de 421 milyar $’a inmiş olan “toplam dış borç stokunun” Eylül 2020 sonu itibariyle yeniden yükselmiş olduğunu; bir başka anlatımla, 2018 yılından itibaren dış borç miktarlarında azalma olurken, 2020 üçüncü çeyreğinden itibaren yeniden arttığını izlemekteyiz.

Diğer yandan ülkenin dış borçları bağlamında;

  • Dış borç çevirme oranında azalma,
  • Kamu yoluyla artan kısa vadeli dış borç,
  • Dış borç stokunun GSYH’ya oranı olarak hesaplanan “dış borç yükündeki” artış,
  • Son dört “Eurobond ihalesinde” katlanılan yüksek faiz,
  • TCMB’nın Kasım’da yüzde 17’ye yükselttiği “politika faizinin” fazlasıyla nemalandırdığı “sıcak para girişindeki” artış,

olguları, önemli kırılganlıklar olarak devam etmektedir.****

İŞSİZLİKTEKİ ARTIŞ

Sonrasında “toplumsal trajedilere” dönüşebilme niteliği ve yol açtığı “bireysel trajediler” nedeniyle “işsizliği” belki de enflâsyondan daha büyük bir sorun olarak düşünmeliyiz.

Ancak işsizlikle ilgi olarak TÜİK’in açıkladığı rakamların gerçeği yansıtmadığında herkes görüş birliği içinde. Bu nedenle işgücü istatistikleri salgın sürecinde tümüyle anlamsız hale geldi. Resmi sayılara göre “görünür işsizlik” yüzde 13‘lerde, “geniş tanımlı işsizlik” ise (açıklanan işsiz sayısına iş aramayan ama çalışmaya hazır olanların eklenmesiyle hesaplanıyor) yüzde 30‘a yaklaştı. Keza geniş tanımlı işsizlik oranının 2020 yılı ortalamasının da yüzde 24 düzeyine eriştiği açıklandı.

Bu ay 2020’nin tümüne ilişkin işsizlik oranı belli oldu. Buna göre 2020 yılının işsizlik oranı yüzde 13,2 oldu. Yani 2019’daki yüzde 13.7’ye göre azalma var!

Diğer yandan da Kasım ayında istihdam edilen kişi sayısı son yılda 1.1 milyon kişi azalarak 27 milyon kişiye, istihdam oranı da 2.7 puanlık düşüşle yüzde 42.9’a indi. Bunu, istihdam edilmek için gereken şartlara uygun kişilerin ancak yüzde 43’ünün çalışabildiği şeklinde yorumlayabiliriz. Genç işsizlerde durum çok daha vahim, çalışma yaşına gelmiş gençlerin kabaca dörtte biri, yani dört gençten biri iş bulabilmektedir.

İşsizlikte gerçek tabloyu, DİSK‘in araştırma birimi DİSK-AR’dan izlemekteyiz. Onun verilerine göre gerçek işsizlik (teknik terimle “geniş tanımlı işsizlik“) yüzde 26,4! Kısacası tam 9.5 milyon insan işsiz! Üstelik şimdilerde salgın nedeniyle işten çıkarma yasağı var. O yasak da kalktığında işsizliğin daha da artması kaçınılmazdır.

BÜTÇE ve KAMU FİNANSMAN DENGESİNDEKİ HIZLI BOZULMA

2002’den bu yana ülkeyi yönetenler uzun yıllar boyunca, bütçe açığının ulusal gelire oranının yüzde 3’ün altında olmasıyla övünüyordu. Teknik adıyla “mali çıpa” bu uygulama son yıllarda kayboldu. Türkiye eskiden olduğu gibi yine “yüksek bütçe açıkları” veren bir ülkeye dönüştü.

Başlangıçta 139 milyar TL olan “2020 yılı bütçe açığı öngörüsü” yaklaşık 173 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Bu sapma da enflâsyonun çok üstünde, yaklaşık yüzde 40 gibi bir orana karşılık gelmektedir. Vergi gelirlerinin yaz aylarında biraz kıpırdamasıyla bütçe açığının 2020’i yüzde 4-4,5 bandında tamamladığı tahmin edilmektedir. Bu yüksek oranın bu yıl daha da artacağı tahmin edilmektedir. Çünkü kamunun sırtındaki “faiz yükü”, kamu borçlanmasındaki artış nedeniyle katlanacaktır. Yıl sonunda yüzde 5 oranındaki bir açık şaşırtıcı olmayacaktır..

“Hazine nakit açığı” ise bunun da üzerinde 182 milyar TL oldu. Daha çarpıcı bir artış ise, fazla verdiği zamanlar artık nostaljik bir anı olarak belleklerde duran, “faiz dışı açıkta”: 2019 sonunda 24.8 milyar TL olan faiz dışı açık, 2020 sonunda yüzde 54 artışla 38 milyar TL’ye yükselmiştir. Bütçe giderleri 2019’a oranla yüzde 20 artışla gerçekleşirken, bütçe gelirlerindeki artışın yüzde 27,6’da kaldığı, vergi gelirleri yüzde 23,6 artarken faiz harcamalarının yüzde 34 arttığı da dikkat çekmektedir (Vergi gelirlerindeki bu artış da hemen tümüyle, kredi desteğiyle canlanan, ertelenmiş otomotiv ve alkollü ürünler üzerindeki dolaylı vergilerden kaynaklanmıştır).

Merkezi bütçe ile ilgili bir diğer gerçek de, kamunun döviz cinsinden borcunun toplam borcuna oranı 2020 sonunda yüzde 56.2’ye yükselmiş olmasıdır. Bu düzey 2001 krizi sırasında gerçekleşen orandan, az da olsa yüksek. Ülkenin en ciddi ekonomik krizini yaşadığı 2001 sonunda, kamunun döviz cinsi borcunun toplam içindeki payı yüzde 55.8 idi. Krizden hemen sonra uygulamaya konulan ciddi ekonomik programın olumlu bir sonucu da, bu payın sürekli azalması olmuştu. 2010’a gelindiğinde yüzde 26,7’ye kadar düşmüştü.

DÜŞMEYEN CARİ AÇIK

2020 yılında 40 milyar $ civarında oluştuğu tahmin edilen “cari işlemler açığının”, içinde bulunduğumuz yılda da artması beklenmektedir. Ülke ithalâtı, ağırlıklı olarak enerji, ara ve sermaye malları gibi stratejik, “talebinin fiyat esnekliğinin” de düşük olduğu ürünlerden oluşmaktadır. Stratejik ithalâtın kısıtlanması, ekonomide daralmaya, ulusal gelirde düşüşe yol açmakta, kur ayarlamalarıyla da azaltılması mümkün olmamaktadır.

Dışalımın ağırlıklı stratejik mallar olmasına karşın, ileri teknoloji ürünü dışsatımın düşük düzeyde olması sonucu, “dış ticaret dengesi” sürekli açık vermekte, ihracatın ithalatı karşılama oranı ortalama yüzde 70 dolayında kalmaktadır. 2021 yılında da dış ticaret açığında daralma beklememenin yanı sıra, “ödemeler dengesinin cari işlemler hizmet” bölümünde, turizm başta olmak üzere taşımacılık, dış taahhüt işleri gelirlerinde olası gerileme; buna karşı “yatırım gelir ve giderleri” alt kaleminde, yabancı sermaye kâr transferi, dış borç faiz ödemeleri nedenleriyle açığın büyümesi, cari işlem açığının da artmasına yol açacaktır.

Bilindiği gibi cari işlemler açığı, finans hesabı fazlası ve/veya rezerv azalışıyla fonlanır. Finans hesabı ana kalemler olarak; (i) doğrudan yabancı sermaye yatırımları, (ii) portföy yatırımları, (iii) dış borçlar olarak bölümlendirilmektedir. Ekonomik ve siyasal nedenlerle DSY’nın artması beklenmemektedir. Bu kalemi abartmak amacıyla, ekonomik anlamda yatırım olmamakla birlikte, yabancılara gayrimenkul satışları da bu başlık altında gösterilmektedir. Ancak yurtdışında yerleşiklerin konut alımlarının, cari işlemler açığının kapanmasına katkısı, ihmal edilebilir bir düzeyde kalmaktadır.

Bu koşullar altında, yani yabancıların ülkedeki yatırımlarından yeterli kaynak sağlanamadığından, “cari işlemler açığının” ve “dış borç anapara ödemelerinin” finanse edilebilmesi için dış borçlanma zorunlu olmakta; TCMB’nin yeterli rezervinin olmaması da borçlanmayı ivedi hale getirmektedir.

Bu bağlamda dış borçlanmanın ekonomik ve politik maliyeti giderek artmakta, verilen ödünler nedeniyle dış borç sağlanması ve yönetimi bir sorun olduğu gibi; faizlerin yükseltilmesi ve TL’daki değerlenmenin tetiklenmesiyle artan “sıcak para girişleri”, önemli bir risk unsuru oluşturmaktadır.

REEL SEKTÖR ve BANKACILIK SİSTEMİNİN SIKINTILARI

İdari veya hukuki takipte olan ya da borçlularının ödeme sıkıntısı çektiği reel kesime açılan kredilerin 700 milyar TL’yi aştığı konuşulmaktadır. Diğer yandan mevcut piyasa ve yapısal koşulların da reel sektörün lehine olmadığı bilinmektedir.

Bilindiği gibi 2007’den bu yana, büyümeye rağmen “faktör verimliliğinde” sürekli düşüş yaşanmıştır. TÜİK’in geçenlerde yayınlanan KOBİ raporuna göre KOBİ’lerin ancak yüzde 1’ i “orta” ölçekli, yüzde 92.5’u “mikro” ölçekli, diğerleri ise “küçük” ölçeklidir. Bu durum bize, eskiden beri önemli bir zaaf olarak vurgulanan Türk şirketlerindeki “ölçek darboğazının” giderek derinleştiğini göstermektedir. Sürekli teşvik ve borçlanma ihtiyacı içindeki mikro işletmeler, 3 mio TL’nin altında ciroya ve 10’un altında çalışana sahip ve yoğun “kayıt dışılık” içinde çalışmaktadır.

Gelişmiş ülke ekonomilerinde bile, şirketlerin borçlarındaki yükseliş ve kârlılıklarındaki düşüş önemli bir sorunken, oralarda olduğu gibi “tasarrufun yüksek” ve “sermaye piyasalarının derin” olmadığı Türkiye’de çözümün kamu yönetiminden gelmesi zorunlu durmaktadır.

Diğer yandan yatırım fonlarını cezbetmek için, faizi yükseltmenin dışında ve hatta ondan daha önemli olarak kurumlarda ve politikalarda “şeffaflık” ve “istikrarın” sağlanması, “enflâsyonun düşürülmesi”, “hukuki çevre güvenliğinin” arttırılması temel bir koşul olarak durmaktadır. Bu bağlamda uluslararası döviz rezervlerinin, KÖİ Hazine garantilerinin netleşmesi ve reel kesimin riskli kredileriyle ilgili bir “çözüm modelinin” tasarlanması hayati önem taşımaktadır.

Bankacılık kesiminde de, bilânçoların “aktif kalitesinin” ve “sermaye yeterliliğinin” bozulmaması için,    özellikle kredi risklerinin bilançolara yansıtılmadığı, bir diğer ifadeyle, donuk hatta tahsili şüpheli kredilerin “canlı krediler” olarak gösterilmesi sürdürülmektedir.

Bilindiği gibi banka kredileri; teminat, tahsil süreleri, tahsildeki gecikmeler gibi belirleyici etkenlere göre; (i) standart nitelikte, (ii) yakın izlemede, (iii) tahsil imkânı sınırlı, (iv) tahsili şüpheli, (v) zarar niteliğinde krediler olarak sınıflandırılmaktadır. Bu bağlamda BDDK, tanım ve kapsam değişiklikleriyle kredilerin kalitesini yükselterek, tahsil imkânı sınırlı hatta tahsili şüpheli kredileri, yakın izlemede krediler kapsamına alınmasını sağlayarak, bankaların tahsili gecikmiş alacaklarının gerçek tutarından daha az hesaplanmasına, “normal kredi karşılığı” ayrılmasına yol açmakta; banka kârlarının ve “sermaye yeterlik rasyolarının” yüksek hesaplanmasına olanak vermekte olduğu bilinmektedir.

Bankacılıkta dönem kârını etkileyen önemli bir unsur da, muhasebe terminolojisiyle, “reeskont” hesaplamalarıdır. Bankalar, dönem içinde işlemiş, bilanço günü vadeleri gelmediği için tahsil etmedikleri gelirler ile ödemedikleri giderler için reeskont yaparak, hesaben gelir veya gider yazmaktadırlar. Geçmişte önemli gösterge olan gelir- gider reeskontları bilânçolarda gösterilirken, yapılan düzenleme değişikliğiyle reeskontlar ilgili kalemlerin kapsamına alındığından, bilançolar daha şeffaf olacaklarına tersine, daha muğlak ve karmaşık hâle getirilmektedir.   

(*): Barış Soydan, “Merkez Bankası’nın kayıp rezervleri yerine nasıl konacak? Ağbal ne bekliyor? 10 soruda.”, T24, 15.02.2021, https://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/merkez-bankasi-nin-kayip-rezervleri-yerine-nasil-konacak-agbal-ne-bekliyor-10-soruda,29878

(**): Abdurrahman Yıldırım, “İki yüzlü para: Soğuğu 180, sıcağı 151 milyar dolar”, HT, 17.02.2021, https://www.haberturk.com/yazarlar/abdurrahman-yildirim-1018/2975809-iki-yuzlu-para-sogugu-180-sicagi-151-milyar-dolar

(***): Ersin Dedekoca, “Risk iştahı, sıcak para ve Türkiye”, Eskimiyen.com.,1.02.2021, https://eskimiyen.com/risk-istahi-sicak-para-ve-turkiye/

(****): Ersin Dedekoca, “Borçlanma maliyeti ve sosyal devlet ödevlerinin savsaklanması”, Eskimeyen.com., 25.01.2021, https://eskimiyen.com/borclanma-maliyeti-ve-sosyal-devlet-

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir