TÜRK LİRASI NEREYE ?

D

ÖVİZ FİYATLARINDAKİ HAREKETLİLİĞİN NEDENLERİ

 TL’nın yabancı paralar karşısındaki değerinde 13 Mart’tan bu yana yaşanan kaybın görünür tetikleyicisi olarak, ABD Başkanı Trump’ın “ticaret savaşlarını başlatması” gösterilmektedir. Bilindiği gibi, ABD Başkanı tarafından demir çelik ürünleri için getirilen “ek gümrük vergisinden” Türkiye’de etkilenmektedir.

Kurlardaki bu hareketin ardında, sadece ABD’nin yürürlüğe koyduğu ithalat/gümrük vergilerinin olduğunu söylemek çok kolaycı bir yaklaşım olur. Her ne kadar gelişen ülke para birimlerinin $ karşısındaki değer kaybı, geçtiğimiz haftanın son gününde başlamış olsa da, TL bu süreci son 2-3 haftadır yoğun olarak yaşamaktadır.

FED geçen hafta politika faiz oranını, beklendiği gibi 25 baz puan artırdı. Bu artış, FED fonlarının maliyetini yüzde 1.50-1.75 aralığına yükselse de, LIBOR (Türkiye’nin fonlama maliyetinin temel belirleyicisi) oranları daha da fazla arttı. Şöyle ki,1 yıllık LIBOR yüzde 2.67’lere kadar yükseldi. Böylesi bir gelişmenin finansal okunması da, Türkiye’nin “fonlama baz maliyetinin” yükselmesi şeklinde olmaktadır. Keza, FED üyelerinin çoğu, yılın kalanında 2 faiz artışı olacağı fikrini korurken, yılın bundan sonrasında 3 faiz artışı daha olması olasılığını henüz tam olarak düşürmüş değil.

 TL’DEKİ NEGATİF AYRIŞMANIN ETKENLERİ

Başlığın yanıtı için, ABD Başkanı’ın “ticaret savaşlarını başlatması gibi görünür/zahiri nedenin yanında, başka saikler aramamız gerekecek. Çünkü bu ayrışma sadece son bir ayın sorunu olmadığını yukarıda gördük.

Kısa dönem ayrışmanın nedenlerini, çeşitli yazılarımıza konu olan “yapısal” nitelikli ekonomik sorunların yanında, son dönemde çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkan olgularda aramamız gerekecektir. Bunları da:

– Yıllık 51 milyar ‘a tırmanan cari açık,

– 10’lu rakamlarda kalıcı resim veren enflâsyon,

– Moody’s dereceleme kuruluşunun not indirimi,

– TCMB Para Kredi Kurulu’nın son toplantısından faiz artışı çıkmaması,

– ABD ekonomisinden gelen olumlu datalar ve son FED faiz artışı ile, bu yıl içinde daha sonra da iki veya üç artışın geleceğinin kesinleşmesi, şeklinde sayabiliriz.

Yukarıda sıralanan faktörlerin kurumsal olanlarını, “kırılgan beşlinin” gerçekleriyle karşılaştırdığımızda aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır.

Tablodan, Türkiye’nin, enflâsyon, cari açık/GSYH, Rezervler ve dış borç/GSYH rakam veya oranlarında, 2013 yılına göre 2018 başında (ikinci parametre dışında) bozulma olduğu anlaşılmaktadır. Böylesi olguların yaşandığı ülkenin ulusal parasının, içinde olduğu “kırılgan gruptan” farklı olarak, yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi çok doğaldır.

Sonuç olarak, TL’nın değerinde (düşüş) ve Hazine’nin tahvil/bonolarının faizlerinde (yükseliş) ile, yaklaşan seçimler nedeniyle ülke yönetimindeki “popülist politikaları” bir araya getirdiğimizde, oldukça ciddi bir sürecin içine girdiğimizi söyleyebiliriz. Söz konusu risklerin hızını ve dalga poyunu yükselten bir diğer faktörün de, ülkenin “jeopolitik konumu” olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

TL değerinde ve tahvil/bono faizlerindeki bu eğilim artık kolay kolay ters yöne dönmeyecek gibi durmaktadır. Bu durumda bireylerin ve özel kurumların “faiz ve kur riski” almamalarını; var olan risklerini, bu tür borçlarını düşürerek ve/veya “korunma/hedging” sistemleriyle azaltmalarını; yeni borçlanma için bin kere düşünmelerini, Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Şimşek’in önerilerini/uyarılarını dikkate almalarınıı salık veriyoruz.

Özün özü: Deniz dalgasız olmaz, kapı halkasız. Köy görünene kadar kılavuz gerek..

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir