Demokrasi ve Cezayir: Hayal Kırıklığı 2021

DEMOKRASİ VE CEZAYİR

Arapça “protesto hareketi” anlamına gelen Hirak, Şubat 2019’dan itibaren Cezayir’in her köşesinde barışçı şekilde gerçekleştirilen bir “muhalif hareket” yaratmıştır. Toplumun farklı katmanlarının, kendi özel istek ve taleplerini, ideolojik ve politik eğilimlerini bir kenara bırakarak ortak sürdürdükleri bir hareket olmuştu        

 

ERSİN DEDEKOCA

Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun (Abdelmadjid Tebboune), Şubat ayının ikinci yarısında kabinede kısmi değişiklik yapıp, parlamentonun alt kanadı olan Ulusal Halk Meclisi’ni fesh ederek, erken parlamento seçimlerinin 3 ay içinde yapılacağını açıklamıştı.

Ulusal Halk Meclisindeki 407 temsilcinin belirlenmesi için 12 Haziran’da yapılan erken genel seçimleri105 sandalye ile Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) kazandı. Böylece FLN, 407 sandalyeli meclisin yüzde 25,79’una karşılık gelen 105 sandalyeyi alarak seçimlerin galibi oldu.[1]

Bağımsızların 78, İslami eğilimli Barış Toplumu Hareketi’nin 64, Demokratik Ulusal Birlik (RND) partisinin ise 57 sandalye kazandığı bu sonuçlara göre, ülkenin uzun zamandır en büyük partisi olan FLN, “tek başına hükümet oluşturmak” için gerekli 204 sandalyeden oldukça uzak bir konumdadır.[2]

Bu haftaki yazımızı, 1992 yılında radikal İslâm yönetiminden dönmüş olan bir Kuzey Afrika ülkesinin Şubat ayından bu yana içinde bulunduğu “erken parlamento seçimi” süreci ve geçen hafta gerçekleştirilen seçimin sonuçlarını irdelemeye ayırdık.

ÜLKENİN YAKIN DÖNEM SİYASAL YÖNETİMİNE KISA BİR BAKIŞ

1988 yılında halkın işsizlik, yolsuzluk vb. sebeplerle geniş katılımlı protesto eylemlerinde bulunması üzerine, bağımsızlıktan bu yana ülkeyi yönetmekte olan Ulusal Kurtuluş Cephesi, gerilimi düşürmek için çok partili sisteme geçmek zorunda kalmıştı.

Aralık 1991’de yapılan seçimlerin ilk turunda, muhafazakâr eğilimli İslami Selamet Cephesi’nin (FİS) ezici bir üstünlük sağlaması üzerine Cezayir ordusu müdahale ederek seçimi iptal ettirmiş ve FİS’i yasaklamıştı. Bunun üzerine çıkan ve 1992-1998 yılları arasında süren çatışmalarda 100 binden fazla Cezayirli hayatını kaybetti. 1999 yılında ülkenin başına geçen Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika “denge politikası” izleyerek bir “milli uzlaşma” programı uygulamaya koydu ve gerilimi düşürmeye çalıştı.

İstikrarın büyük oranda sağlandığı Buteflika’nın ilk dönemlerinde petrol ve doğalgaz gelirleriyle ekonomide bir iyileşme sağlansa da, “yolsuzluk” söylentileri hükümetin en büyük handikabı olmaya sürdürdü. 2010 yılında devlete ait petrol şirketi Sonathrach’ın adının büyük bir yolsuzluk olayına karışması, ülkenin doğusunu batısına bağlayan otoyolla ilgili gündeme getirilen yolsuzluk iddiaları, hükümete duyulan tepkiyi had safhaya ulaştırdı. Ancak 1992-1998 yılları arasında yaşadığı acı tecrübeyi unutmayan Cezayir halkı, benzeri bir akıbete maruz kalmaktan çekindiği için “Arap Baharı” denilen süreçte sokağa çıkmaktan kaçındı.

  • Başkan Buteflika’nın hastalığının desteklediği istikrarsızlık

Ülkede bu öfke iklimi yaşanırken Cumhurbaşkanı Buteflika 2013 yılında yakalandığı hastalık sonucu felç oldu. O günden sonra halkın önüne çıkamadığı gibi, yönetimde de etkisiz hale geldi. Buteflika’nın yerine ülkeyi kardeşi Said Buteflika ve askeri oligarşinin yönettiği görülmekteydi.

2019 yılının ilk ayları Cezayir halkını yeni bir sürecin içine soktu. Ülke 1980’li yılların sonunda yaşanan ekonomik krize benzer bir ekonomik daralmaya sahne oldu. Petrol fiyatlarındaki düşüş, ekonomisi petrol ve doğalgaza bağlı olan Cezayir’i hissedilir bir ekonomik durgunluğa sürükledi. Bütçe açığının had safhaya ulaştığı ülkede, işsizlik oranı yüzde 30 gibi rekor sayılara çıktı. Cezayir parası değer kaybettiği için temel tüketim maddeleri başta olmak üzere birçok ürüne yüksek oranda zam yapıldı; ülke enflâsyon ve durgunluğu birlikte yaşar oldu.

Cezayir halkı Nisan 2019’da yapılacak seçimlerde ülke yönetiminde etkisiz hale gelmiş olan Buteflika’nın artık görevden ayrılacağını ve insiyatif alacak bir başkanın seçilmesini beklerken Buteflika, 18 Nisan 2019’da yapılması gereken cumhurbaşkanlığı seçiminde bu makama beşinci defa aday olacağını açıkladı. Bu açıklama ülkede derin bir öfkeye neden oldu ve aşağıda açıklayacağımız Hirak hareketine yol açtı. Zira rüşvet ve yolsuzluklara büyük bir kızgınlık duyan halk, bunun sebebini Buteflika’nın bu iktidarsızlık haline bağlıyordu. Buteflika’nın bir kalkan olarak kullanıldığını düşünen ve ülkeyi perde gerisinden yöneten askeri ve bürokratik oligarşiye kızan halk, bu tepkisini ortaya koymak için sokaklara döküldü.

HİRAK HAREKETİ

Arapça “protesto hareketi” anlamına gelen Hirak, Şubat 2019’dan itibaren Cezayir’in her köşesinde barışçı şekilde gerçekleştirilen bir “muhalif hareket” yaratmıştır. Bir diğer anlatımla, toplumun farklı katmanlarının, kendi özel istek ve taleplerini, ideolojik ve politik eğilimlerini bir kenara bırakarak ortak sürdürdükleri bir hareket olmuştu.

Eski Başkan Abdelaziz Buteflika’nın başkanlık seçimleri için beşinci kez adaylığını açıklamasıyla başlayan ve 5-6 hafta süren protesto gösterileri sonrası Buteflika istifa etmek zorunda kalmıştı. Bu şekilde, Fransız sömürgeciliğine karşı kazanılan zaferden sonra yeni bir özgüven kazanılmıştı. Hirak’ı güçlendiren diğer bir etken de, bu hareketin herhangi bir politik önderliğe bağlı olmaması olmuştu. Bu durum, şiddete başvurmayan protesto hareketinin toplum nezdinde kısa sürede meşruiyet bulmasını ve kabul görmesini çok kolaylaştırmıştı. Tüm katılımcı grupların ortak amacı “mevcut rejimin gitmesi” idi.[3]

Eylemlerin önlenemez bir boyuta çıkması üzerine Buteflika, 11 Mart 2019 tarihinde seçimleri ertelediğini ve aday olmayacağını açıklamak zorunda kaldı. Ancak bu açıklama da halkı sokaklardan çekmeye yeterli olmadı. Göstericilerin eylemlerine ısrarla devam etmesi üzerine Buteflika, 2 Nisan 2019’da cumhurbaşkanlığından istifa etti. Onun yerine geçici olarak cumhurbaşkanlığını üstlenen Abdulkadir b. Salih, seçimin 4 Temmuz 2019 tarihinde yapılmasını kararlaştırdı, ancak yeterli başvuru olmadığı için seçim 12 Aralık 2019 tarihine ertelendi.

Sonuçta Başkan Buteflika’ya bağlılığı ile tanınan 74 yaşındaki eski Başbakan Abdelmajid Tebbune, 12 Aralık’ta yapılan seçimin ilk turunda gerekli çoğunluğu alarak (oyların yüzde 58’i) seçimi kazanmış ve cumhurbaşkanı olmuştur.

Söz konusu hareket bazı yönleriyle ülkemizde 28 Mayıs-20 Ağustos 2013 tarihlerinde yaşanan ve Gezi Parkı olaylarını andırmaktadır. Farkı ise, Hirak’ın amacına ulaşmış ve kansız bir şekilde sonlanmış olmasıdır.

SEÇİM SEÇİM SONUÇLARI ve KATILIMIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Muhaliflerin boykot çağrısı yaptığı seçimlerde, kayıtlı 24 milyondan fazla seçmenden sadece yüzde 30,2’si oy kullandı. Mayıs 2017’de yapılan yasama organı seçiminde bu oran yüzde 23 olup, yüzde 43 olan 2012 seçimlerinin çok altındaydı.

Cezayir Bağımsız Seçim Kurulu, seçime katılım oranının yüzde 30.2 olduğunu duyurdu. Ülkenin kırsal bölgelerinde ise bu oranın yüzde 2’lere kadar düştüğü belirtilmektedir. Yurt dışında oy kullananların katılım oranı ise yüzde 5’de kalmıştır.

Aslında geçmişte de durum çok farklı olmamakla birlikte, bu seviyedeki düşük bir katılım oranı da önemlidir. Tabii ki bu olgunun toplumsal ve siyasi anlamları bulunmaktadır. Katılım oranlarının bu derece düşük seviyelerinde gerçekleşmesinde muhtemelen, “Hirak liderliğinin boykot çağrısının” da etkili olmuş olabileceğini söyleyebiliriz. Bilindiği gibi hükümetteki yolsuzlukların sona erdirilmesi ve suçluların cezalandırılması için başlatılan protestolar, yaklaşık üç yıldır Cezayir yönetimini temelinden sarsmaktadır. Eskiden başbakanlık ve liderlik yapmış birçok isim bu protestolar sayesinde şimdi cezaevinde bulunduğu gibi, birçoğunun mallarına da el konulmuştur.

Seçimlere katılımın bu derece düşük olmasının bir diğer nedeni de halkın, başta parlamento olmak üzere devlet kurumlarına olan güvenini iyice yitirmiş durumda olması ve seçimlerin bir değişim yaratmasını beklememesidir (aynı isimler, bilinen kadrolar ve yeni olmayan sözler).

Resmiyet kazanan yukarıda belirttiğimiz seçim sonuçlarına göre, hâlihazırda ülke yönetimini elinde tutan koalisyon, FLN’nin oy/sandalye kaybına karşın, Meclis’teki “anlaşabilen” en büyük çoğunluğa sahip bir birlikteliği temsil etmektedirler.

Seçim sonuçlarının gösterdiği sonuçları aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:

-Cumhurbaşkanı Buteflika’nın lideri olduğu FLN, parlamentoda 105 sandalye elde etmiştir. Söz konusu cephe, uzun yıllar Cezayir’i tek başına yönettiği gibi, kuruluştan bu yana cumhurbaşkanlarının tümü bu partiden gelmiştir. Cephe’nin elde ettiği oylar, 2017’deki önceki seçimlere göre 50 sandalye daha azdır. İslamcı Toplumsal Barış Hareketi’nin kazandığı sandalye sayısı, 2017’de elde ettiği sandalyenin iki katı olan 65’e ulaşmıştır.

Parlamento’nun seçilmiş üyelerinin çoğunun, Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun’un program ve ekonomik reformlarını destekleyecek görüşte oldukları olgusu. Sonuçlar konusunda yapabileceğimiz bir diğer çıkarım da, önceki seçime göre İslâmcılar’ın sandalye sayısı payı aynı kalmasına rağmen, “bağımsız/independent” nitelikli parlamento üyelerinin sayısının artmış olmasıdır.[4]

-İslamcıların hedefledikleri oyu alamamaları, bu yüzden iktidarı devralmayı ve ülkedeki değişim direksiyonunun başına geçmeyi umut eden İslamcılar açısından bu sonucun, bir bakıma hayal kırıklığı oluşturduğu söylenebilir. Ama yine de İslamcı partiler iktidarı devralmayacak olsalar da, Müslüman Kardeşleri temsil eden Ulusal İnşa Partisi’nin önemli bir yükseliş kaydettiği görülmektedir. Daha önce çeşitli koalisyonlara bakan vermiş diğer bir İslamcı siyasal oluşum olan Toplumsal Barış Hareketi Partisi de, seçimlerde en çok oyu alan partiler arasında bulunmaktadır.[5]

-Seçim sonuçlarının garip tarafı, Cezayir halkının önemli bir bölümünün katıldığı protestolarda atılan sloganların hedefindeki partiler, Demokratik Birlik ve Kurtuluş Cephesi (FRN ve RND) en yüksek oyu alan iki parti olmasıdır. En çok yolsuzluğa bulaşmış ve en fazla protestoya maruz kalmış partilerin seçimlerde en çok oy alan partiler olması, seçimin şeffaflığıyla ilgili şüpheleri de gündeme taşımaktadır.

Aslında Cezayir’de geçtiğimiz aylarda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle “meşruiyetini tazelemek ve halk nezdinde yeniden itibar kazanmak” isteyen Cezayir rejimi, parlamento seçimleriyle yeni bir “değişim şafağı” umudu içerisindeydi. Şüphesiz bu kadar düşük katılım oranı, seçimlerin ve seçimlerle gelecek olan iktidarın meşruiyetinin sorgulanmasına yol açacak gibi durmaktadır.

SONUÇ YERİNE

Yapılan seçimin nasıl bir sonuç doğuracağını şimdiden öngörmek zor. Her şeyden önce, ordunun insiyatifi elden bırakmayacağını; bilinen isimler ve kadroları yine yönetim erkinin başında kalmasını sağlayacak bu seçim sonuçlarının da, bu iddiayı destekler nitelikte olduğunu söyleyebiliriz.

Dış aktörler açısından da, seçim sonuçlarının “statükoyu koruma” yönünden en uygunu olduğu, seçilenlerin hemen tamamının mevcut durumu radikal bir şekilde değiştirmeye yeltenmeyeceği şeklinde değerlendirildiğini düşünmekteyiz.

Yeni yönetimin, ülkedeki yüksek sosyal tansiyonu düşürmek yanında, 2013 yılından bu yana sürekli harcanan ve şimdilerde beşte biri kalmış olan “uluslararası döviz rezervleri” başta olmak üzere, çeşitli ekonomik sorunlarla (konut yetersizliği, işsizlik, enflâsyon, durgunluk) ve ülkeyi bir ağ gibi saran “yolsuzluklarla” boğuşması gerekmektedir.

Özetle, seçim sonuçlarının ülkede bir değişim umudu yaratmaktan çok uzak olduğunu, bu yüzden de Covid-19 salgını nedeniyle kesintiye uğrayan halk protestoların yeniden başlama olasılığının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda İslam Özkan’ın “Seçimler siyasi tabloda herhangi bir değişiklik yaratmasa da, bu sonuçların en büyük kaybedeni Cezayir rejimi görünüyor. Zira başkanlık ve parlamento seçimleriyle parlatmaya çalıştığı meşruiyeti düşük katılım oranları ve ilgisizlikle büyük bir yara alırken, düşük yoğunluklu ve yavaş bir değişim faaliyetinin yeterli olmayacağı, halkın yolsuzluğa bulaşan birkaç ismin cezaevine atılmasıyla ilgilenmediği biraz daha belirginleşmiş oldu.” şeklindeki çıkarımına güçlü bir şekilde katılmaktayız.

Yazımızın en sonunda da, Cezayir örneğinde olduğu gibi, demokrasinin en başat unsuru olan “seçimlerin”, seçmen bilinci ve yeterli kurumlar oluşturulmadan, kısacası “altı doldurulmadan” bir çözüm olamayacağı; tersine seçim kurumunun çare ve meşruiyet niteliğini yitireceği konusunda Türkiye için çok önemli bir örnek olduğunun altını çizmek istiyoruz.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir